La Casa de Papel ve hırsızlık üzerine - Okay Karaçay
Hırsızlık, sadece politikacılara ve zenginlere özgüdür bizim zihnimizde. Acaba öyle mi? Gelin bugün çuvaldızı başkasına değil, iğneyi kendimize batıralım.
Bal tutan parmağını yalar.
Bu deyim, sıklıkla politikacılar için kullanılır.
Herhangi bir makama geçen bir politikacının, devlet nimetlerinden kendi çıkarı için yararlandığını anlatır.
Bu sadece ülkemizde değil, dünyada da bir ön kabuldür.
Aslında, hırsızlığın kibarca söyleniş tarzıdır.
Ne zaman bir siyasetçinin yolsuzluk haberini duysak “Vay şerefsiz” diye nida atar, arkasından da kallavi bir küfür sallarız.
Ülkemizde bunu anlatmak için başkaca söylemler de vardır.
Örneğin, adam çalıyor ama hizmet ediyor, diye.
Yani politikacı dediğimizde akla hemen hırsızlık gelir.
Hepimiz pürü pak, tertemiz vatandaşlar olarak, hırsızlık sadece politikacılara özgüymüş gibi davranırız.
Aynı sözleri zenginleri için de söyleriz.
Bir insan, zengin olduysa ya işçisinin emeğini çalmıştır ya devletten usulsüz ihale almıştır ya da sattığı ürünleri fahiş fiyata millete kakalamıştır.
Örnekleri de çoktur.
Hırsızlık, sadece politikacılara ve zenginlere özgüdür bizim zihnimizde.
Acaba öyle mi?
Gelin bugün çuvaldızı başkasına değil, iğneyi kendimize batıralım.
Aklıma ilk önce korsan dizi ve film siteleri geliyor.
Milyonlarca insan, beş kuruş para ödemeden, vizyondaki en son filmler dahil, milyon dolarlık bütçelere sahip binlerce dizi ve filmi keyifle izliyor.
Yaşı tutanlar hatırlayacaktır, doksanlı yıllarda korsan cd furyası başlamıştı. Hepimizin en az bir kere olsun korsan cd den film izlemişliği vardır.
Ya futbol maçları.
Yine milyonlarca insan, beş kuruş para ödemeden, lig ve Avrupa Kupası maçlarını ne idüğü belirsiz sitelerden canlı canlı izliyor. Sosyal mecralarda maçları bedava yayınlayan sitelerin linkleri fink atıyor.
Ya bilgisayar oyunları.
Yine milyonlarca insan, özellikle gençlerimiz, beş kuruş para ödemeden, korsan bilgisayar oyunlarını keyifle oynuyor.
Eskiden çok yaygındı, halen var mı bilmiyor ama bi ara korsan kitap furyası vardı. Milyonlarca okur, 10 liralık kitaba 3 liraya ödeyerek, yazarın ve yayın evinin emeğini göz ardı ederek, kitap okurdu. Dijital çağda yaşadığımız şu günlerde ise kitapların bedava pdf leri elden ele dolaşıyor.
Benzer bir durum şarkılar için de geçerli. Milyonlarca insan, şarkıcıların ve müzisyenlerin emeğini hiçe sayarak, geçmişten günümüze pek çok şarkıyı ‘bedava’ dinliyor, beş kuruş para ödemeden.
Bu durum, sadece eğlence sektörü için geçerli değil.
Ev sahiplerini ele alalım mesela. Kiracıların ödeme gücünü, emeğini hiçe sayarak evinin fiyatını bir anda fahiş bir şekilde artırabiliyor. Ve bunu hak ettiğini düşünüyor.
Halen var mı bilmiyorum, otel, hastane, fabrika gibi halk kitlelerinin yoğun olduğu alanlarda bir çalma mekanizması vardır. Otelin veya fabrikanın yemekhanesinden organize bir şekilde yiyecek yürüten çalışanların hikayesini eminim siz de işitmişinizdir.
Ya ofislerdeki zaman hırsızlığı.
Kaytarmak için binbir bahaneler üretiriz. Tatlı kahve ve sigara molalarımızın sonu bir türlü gelmez. Trafik var diye işe geç kalmak da bunun başka bir örneği.
Kaçak elektrik kullanımı ise adi bir vaka oldu artık. Su sayaçlarının ayarıyla oynamak, doğalgaz saatini bozmak da çok sık rastlanılan bir durum.
Örnekleri çoğaltmak elbette mümkün.
Hırsızlık, sadece politikacılara ve zenginlere özgü bir davranış değil. Onlar sonuç. Yani fırsatını bulduğunda çalmaktan geri durmayan toplumun ürettiği bir sonuç.
Bu iddialara hemen şöyle bir itiraz yükselecektir.
‘İyi de kardeşim, üç kuruş para kazanıyorum, kazandığım bu para ile çoluğuma çocuğuma, evime mi bakayım, yoksa diziydi, filmdi, müzikti bunlara mı para yetiştireyim? Benim de eğlenmeye, yaşamaya, okumaya hakkım yok mu?
Zaten haftada 45 saat çalışıyorum. Ömrüm işte geçiyor. Biraz olsun nefes almak benim de hakkım değil mi?
Ben insan değil miyim? Onlar benden çalıyor ben de onlardan!’
İlk bakışta kulağa haklı bir serzeniş gibi geliyor.
Adaletsizliğe, adaletsizlikle karşılık vermek. Düşmanını kendi silahıyla yenmek gibi.
Peki şöyle yapsaydık, nasıl olurdu?
Adaletsizliğe, adaletsizlikle karşılık vermek yerine, adil olsaydık.
Yani beynimizi, çalıntı film, dizi, şarkı ve futbol maçlarıyla uyuşturmak, ruhumuzu korsan kitaplarla kirletmek, otel mutfağından yürüttüğümüz kaşarla, boğazımızdan haram lokma geçmesine ses çıkarmamak yerine, işimizden kaytarmak yerine kazancımızın yeterli olmadığı ve bizden çalındığı gerçeğiyle yüzleşsek, nasıl olurdu?
Maaşımızın temel ihtiyaçlarımızı dahi zar zor karşıladığı gerçeğini tüm çıplaklığıyla ruhumuzda hissetsek, nasıl olurdu?
Köle gibi çalıştırıldığımız gerçeğini haykırsaydık, nasıl olurdu?
Bir grup hırsızın hikayesini anlatan La Casa De Papel dizisinin fanları olmak yerine, hakkını arayan adil insanlar olsak, nasıl olurdu?
Haksızlığa hak ile cevap versek, adaletsizliğe adil davranarak karşılık versek, nasıl bir dünyada yaşardık sizce?
Beyinlerimizi uyuşturmak, ruhumuzu kirletmek yerine bizden çalanlarla adil bir şekilde mücadele etsek, bunun için alın teri döksek, birlik olsak ve hakkımızı adil bir şekilde alsaydık, şikayet ettiğimiz hayatımız daha güzel olmaz mıydı?
Aklımızı, arzularımızı doyurmakla değil, hakkımızı nasıl alırız diye kullansak. Bir araya gelsek, birlik olsak, diri olsak, adil bir halk olsak ve hakkımız için mücadele etsek, nasıl bir dünya olurdu sizce?
Korkak hırslar gibi çalmak yerine cesur, adil ve hikmetli insanlar olsak, hakikatin peşinde koşsak….
Daha adil ve mutlu bir dünya olmaz mıydı?
Adil bir halkın içinden çıkan politikacılar ve zenginler de adil ve hikmet sahibi olmaz mıydı?
Peygamber efendimizin çok güzel bir sözü var.
Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz diye.
Bu sözün üzerine derin derin düşünmenizi öneririm.
Sahi, biz ne zaman böyle olduk?